Ukraynalı muhalif Medvedçuk yazdı: ‘Ukrayna sendromu, günümüzün askeri cepheleşmesinin anatomisi’
Nisan 2022’de Ukrayna Güvenlik Servisi tarafından yakalanan ve Eylül 2022’de esir takası kapsamında Rusya’ya verildiği belirtilen, 11 Ocak’ta Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in imzaladığı kararnameyle vatandaşlıktan çıkarılan Medvedçuk, İzvestiya gazetesi için ‘Ukrayna sendromu. Günümüzün askeri cepheleşmesinin anatomisi’ başlıklı bir makale kaleme aldı.
Ukrayna’da günümüzde yaşanan gelişmeleri Soğuk Savaş döneminden günümüze uzanan bir perspektifte analiz eden Medvedçuk, yazısında şu ifadeleri kullandı:
Birçok Batılı politikacıyı dinlerseniz, modern Ukrayna’daki çatışmanın anlamını ve mekanizmalarını anlamak tamamen imkansızdır. ABD Başkanı Biden, ABD ordusunun çatışmaya doğrudan katıldığını reddediyor, ancak aynı zamanda her köşe başında ABD’nin oraya milyarlarca dolar değerinde silah tedarik ettiğini söylüyor. Milyarlarca dolar Ukrayna’nın askeri ihtiyaçlarına gidiyorsa, o halde Ukrayna’nın çıkarlarının ABD için hiç olmadığı kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Fakat eğer ABD ordusu orada savaşmak istemiyorsa, belki de o kadar önemli değildir.
Peki bu milyarlarca dolarlık sevkiyatlar neler? Karşılıksız yardım mı? Karlı bir iş mi? Yatırımlar mı? Bir siyasi kombinasyon mu? Cevap yok, yoğun bir sis perdesi var.
Veyahut eski Almanya Başbakanı Merkel’in Minsk anlaşmalarının Ukrayna için yalnızca bir zaman kazanma olduğuna dair son ifşaatlarına bakalım. Bundan kimsenin barışı tesis etmeyi amaçlamadığı sonucu çıkıyor. Demek ki Rusya’yı kandırmışlar. Ama ne amaçla? Ukrayna’yı korumak mı yoksa bizzat saldırmak için mi? Peki Almanya’nın tavsiye ettiği şeyi basit bir şekilde yapabildiyseniz, aldatmaya ne gerek vardı? Yoksa daha önce Almanya, uygulanması imkansız olan bir şey mi tavsiye etti? Siyasi dolandırıcıların kazanç sağlayıp sağlamayacağı sorusuna gelebiliriz, ancak bugün mevcut durum etrafındaki sis perdesini aralamaya başlamak çok daha önemli görünüyor. Sonuçta, durum bu şekilde gelişti, başka türlü değil. Buna ne sebep oldu, sebepleri neler? Giderek daha tehlikeli hale geliyor ve bu durumdan nasıl çıkılır? Bu nedenle, analize olayların kökenlerinden başlıyoruz.
Soğuk Savaş nasıl sona erdi?
Herhangi bir yeni savaşın başlangıcı genellikle bir önceki savaşın sonunda yer alır. Ukrayna çatışmasından önce Soğuk Savaş vardı. Onun nasıl sona erdiğinin cevabı, Ukrayna ile sınırlı kalmayıp birçok ülkeyi etkileyen mevcut çatışmanın manasını anlamaya bizi daha da yaklaştıracak. Gerçek şu ki, başta Rusya olmak üzere Batı ülkeleri ve post-Sovyet coğrafyası ülkeleri bu savaşın sonuçlarını farklı algılıyor.
Batı, bu savaşta zaferi mutlak bir şekilde sahipleniyor ve Rusya’yı kaybeden taraf olarak görüyor. Rusya sözde mağlup taraf olduğu için, o zaman eski SSCB toprakları ve sosyalist kamp, yani ABD ve NATO’nun meşru ganimeti, ‘yenilenlerin vay haline (vae victis)’ ilkesine göre Batı’nın kontrolü altına giriyor. Dolayısıyla Ukrayna, Rusya’nın değil, ABD ve NATO’nun etki alanındadır. Bu nedenle, Rusya’nın Ukrayna siyaseti üzerinde en azından bir miktar etkiye sahip olduğu iddiaları, bu bölgedeki çıkarlarının korunması ‘mesnetsizdir’, ABD ve NATO’nun çıkarlarına açık bir saldırıdır. 1990’ların başında Margaret Thatcher, “Artık dünyaya Doğu-Batı ilişkileri prizmasından bakmamıza gerek yok. Soğuk Savaş bitti” demişti. Yani Rusya’nın doğusunun pozisyonu artık önemli değil. Bir vektör, dünyanın bir efendisi, bir kazanan var.
Rusya bu sürece tamamen farklı bakıyor. Kendini hiçbir halükarda kaybeden taraf olarak görmüyor. Soğuk Savaş’tan çıkış, siyaset ve ekonomideki demokratik reformlarla sağlandı ve askeri cepheleşmenin yerini ticaret ve Batı’yla entegrasyon aldı. Yani, eski düşmanınız bugün dost olduysa, bu bir zafer değil midir? Bununla birlikte SSCB ve ardından Rusya Federasyonu, Soğuk Savaş’ı kazanmayı değil, Doğu ile Batı arasındaki nükleer felaketle sonuçlanabilecek askeri cepheleşmeden çıkmayı hedefliyordu. Moskova, Washington ile birlikte, bizzat kendileri için değil, genel olarak tüm dünya için çok fazla hedefe ulaşarak bu çıkışı buldu.
Bu çıkış, Doğu’nun Batı tarafından emilmesini, post-Sovyet coğrafyasının ekonomik, kültürel ve kültürel alanda tahakküm altına alınmasını öngörmüyordu. Eşit işbirliği ile yeni siyasi ve ekonomik gerçekliğin ortak inşası konuşuluyordu. Dolayısıyla, Soğuk Savaş’ın sona ermesi konusunda iki yaklaşımı açıkça görüyoruz: Bir yanda galiplerin zaferi, diğer yanda yeni bir dünyanın, uygarlığın inşası. Gelecekteki olaylar da, işte bu yaklaşımlara göre şekillenecek.
Yeni bir dünya mı, yoksa Batı’nın yeni kolonileri mi?
1991’de Sovyetler Birliği dağıldı, ancak 1992’de Rusya da dahil post-Sovyet coğrafyasının büyük umutlar bağladığı Avrupa Birliği kuruldu. Görünüşte bu, yeni bir dünya, yeni bir uluslarüstü oluşum, Avrupa medeniyet tarihinde yeni bir dönüm virajdı. Rusya, eski sosyalist kamptan ve SSCB’den diğer devletler gibi gelecekte kendisini bu birliğin eşit bir üyesi olarak görüyor, ‘Lizbon’dan Vladivostok’a Avrupa’ doktrini inşa ediliyor.
Bu durumda Rusya, yalnızca Almanya’nın birleşmesini değil, aynı zamanda eski müttefiklerinin ve hatta eski SSCB cumhuriyetlerinin AB’ye girmesini de memnuniyetle karşılıyor. 1990’larda Batı ile ekonomik entegrasyon Rusya için ilk sırada yer alıyor ve Moskova bunu modern bir devlet olarak başarısının anahtarı olarak görüyor. Bununla birlikte Rusya yönetimi, Ukrayna da dahil eski Sovyet cumhuriyetlerini kendisine bağlama konusunda özel bir istek duymuyor. Sovyet cumhuriyetlerinin çoğu, merkezden yani Rusya’dan giden sübvansiyonlarla varlık gösteriyordu. Bu ülkelerin yönetimlerinin sırtlarını dostça sıvazlıyorlar ancak ekonomik yüklerinden bir an önce kurtulmaya çalışıyorlar.
Rusya, Ukrayna’dan daha hızlı bir şekilde Avrupa pazarına entegre olmaya başlıyor. Nitekim Rusya, Avrupa’da talep gören devasa miktarda enerji kaynağına sahipken, Ukrayna ise tam tersine Avrupa’da geçerli fiyatlardan enerji kaynakları satın alacak güçte değil. Şu anda şiddetli çatışmaların yaşandığı güneydoğu bölgesi (Donbass) olmasaydı, Ukrayna’nın bağımsızlığı pekala ekonomik çöküşle sonuçlanabilirdi. Güneydoğu, sahip olduğu büyük üretim kapasiteleri ve gelişmiş sanayisi ile Ukrayna’nın uluslararası işgücü dağılımında yer almasını sağladı. Çok fazla konuşulmaz ama 1990’larda Ukrayna’nın ekonomik ve onunla birlikte siyasi bağımsızlığını kurtaran Rusça konuşan güneydoğuydu.
Şimdi bir başka hususa mercek tutalım: 1990’lardan itibaren Avrupa’da ve sınırlarında milyonlarca insanın dahil olduğu bir dizi ciddi etnik çatışma ve savaş baş göstermeye başladı. 1991 yılına kadar bu kadar çok etnik çatışma gözlenmemişti. Tüm bunlar Yugoslavya’nın çökmesine, Gürcistan, Moldova ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün kaybolmasına yol açtı. Avrupa’nın birleşmesi paradigması açısından bu anlamsızdır. Nitekim bu birleşmenin anlamı, Avrupa’nın birçok küçük devlete bölünmesi değil, aksine, büyük bir uluslarüstü halklar birliğinin kurulması olup bu halkların birbirlerini yok etmeye, sınırları çoğaltmaya değil, birlikte yeni bir ortak dünya inşa etmeye ihtiyaçları vardır. Burada yanlış olan ne?
Bu, Rusya’nın daha önce bağlı kaldığı konsepte dayanıyor. Fakat Batı’nın Soğuk Savaş’taki zafer kavramından yola çıkarsak, etnik çatışmalar tamamen farklı bir anlama sahip olur. Ki bu anlam da defalarca dile getirildi – örneğin, 24 Ekim 1995’teki Genelkurmay Başkanları Birleşik Komutası toplantısında ABD Başkanı Bill Clinton şunları söyleyecekti:
“Sovyet diplomasisinin hatalarını, açıkça Amerikan yanlısı bir tutum sergileyenler de dahil Gorbaçov ve çevresinin aşırı küstahlığını kullanarak Başkan Truman’ın atom bombasıyla Sovyetler Birliği’ne yapmayı planladığını biz başardık.”
Buradan, Batılı politikacıların hepsinin yeni bir adil dünya yaratmak arzusunda olmadığı sonucuna varabiliriz. Görevleri, SSCB’nin düşmanı Yugoslavya’yı ve diğer ülkeleri yok etmekti. İşte o zaman etnik gruplar arası çatışmaların şiddetlenmesi oldukça mantıklı, düşmanı zayıflatıyorlar ve zafer durumunda kazanan tarafından ‘yutulma kolaylığı’ için ülkesinin parçalanmasına yardımcı oluyorlar. Bu gibi durumlarda, gerçek durumun bir önemi yoktur. Durum kasıtlı olarak tırmandırılır. Ülkenin belirli bölgelerinde toplu halde yaşayan ulusal bir azınlığın temsilcileri ayrılıkçı ve devlete yönelik bir tehdit olarak ilan edilir. Bu taktik eski çağlardan beri biliniyor ve Antik Roma tarafından kullanılıyordu. Ama sanki şu anda yeni bir köle imparatorluğunun inşasından söz edilmiyor mu? Ya da ediliyor ve örneğin Washington’da post-Sovyet coğrafyası, halihazırda kendi metropollerine sahip olan ve bu imparatorluğa boyun eğmek istemeyen barbarların tecavüzlerinden korunması gereken büyük bir imparatorluğun bazı eyaletleri olarak görülüyor mu?
Dolayısıyla, iki siyasi stratejimiz var. Birincisi karşılıklı çıkarların ön planda olduğu ülkelerin ekonomik ve siyasi entegrasyonu, ikincisi de bazı ülkelerin diğerler tarafından yutulması ve yutulan ülkelerin çıkarlarının dikkate alınmaması. Bu ülkelerin kendileri parçalanabilir, ‘parya’ ilan edilebilir, fethedilebilir.
Rusya Federasyonu’na gelince, siyasi ve ekonomik gidişatın keskin bir şekilde değişmesinin neden olduğu krizden çıktıkça, giderek daha aleni bir zayıflatma, aşağılama, dezavantajlı duruma düşürme arzusuyla karşı karşıya kalıyor, ekonomik potansiyelinin artmasına rağmen giderek daha fazla ülke tarafından ‘parya’ ilan ediliyor. Ekonomik potansiyelin büyümesi ülkenin nüfuzunu artırmalı ve bu Batı dünyasında memnuniyetle karşılanmalıdır. Ama tam tersi oluyor. Rusya’nın nüfuzu hoş karşılanmamakla kalmıyor, aynı zamanda yanlış, suç unsuru ve yozlaşmış ilan ediliyor.
Bunun üzerinde daha ayrıntılı bir şekilde durmamız gerekiyor. Böylece Rusya, Batı demokrasisini model alarak reformlar gerçekleştiriyor ve Batı dünyasına entegre olmaya başlıyor. Ortak bir Avrupa evi inşa etme açısından bakıldığında, bu memnuniyetle karşılanmalı ve teşvik edilmelidir. Avrupa, barışçıl ve ekonomik açıdan müreffeh bir partner, onun pazarlarını, kaynaklarını elde eder ve hiç şüphesiz bu, Avrupa’yı çok daha güçlendirir. Ancak sömürgeci düşünceye göre hareket edersek, uzak bir koloninin ekonomik büyümesine ve bağımsızlığına müsamaha göstermeyiz. Eyaletler mali, siyasi ve kültürel olarak anavatanı geçmemelidir.
Yeni ekonomik gerçekliğin inşasıyla uğraşan bir AB var. Bir de 1949’da kurulan ve başta SSCB ve Rusya olmak üzere Doğu’yla cepheleşen NATO var. NATO Birinci Genel Sekreteri Hastings Ismay’ın şu sözlerini hatırlayalım:
“Sovyetler Birliği’ni [Avrupa’nın] dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları kendinize bağlı tutun.”
Yani NATO’nun ideolojisi, Rusya’nın değil, ABD’nin Avrupa’da, hem de hakim bir konumda bulunmasına dayanıyor.
Peki Rusya buna nasıl yaklaşmalı? Nitekim Soğuk Savaş’ı dürüstçe bitirdi, ama görünüşe göre ABD ve NATO bitirmedi. Rusya’nın Batı ile birleşmesi için hazırlanan senaryo eşit koşullarda değil, ekonomik ve siyasi olarak yutulma koşullarında ilerliyor. Moskova’nın (Batılı güçlerin) Rusya sınırlarına doğru ilerlemeyi durdurmasına ve tutumlarını ve anlaşmaları gözden geçirmesine yönelik taleplerinin kaynağı da budur. Şimdi görüyoruz ki, NATO konsepti sadece Rusya’nın Avrupa’ya entegrasyonunu yok etmekle kalmadı, aynı zamanda Avrupa’nın genişlemesine ve gelişmesine de son verdi. Yani, burada sunduğumuz iki yaklaşımdan biri diğerini açıkça mağlup etti.
Rusya ve Ukrayna: İlişkilerin trajedisi
Genel tablodan doğrudan Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkilere geçelim. Öncelikle bu ülkelerin ilişkilerinin kendine özgü bir tarihi olduğu gerçeğiyle başlayalım. Bu ilişkiler İngiltere ve İskoçya ya da kuzey ve güney eyaletleri arasındaki etkileşimden daha yakındır. Ukrayna 300 yılı aşkın bir süredir Rusya’nın bir parçası olmuş ve bu kültürünü, etnik bileşimini ve zihniyetini etkilemiştir. Ukrayna, bağımsızlığını 1991 yılında ulusal kurtuluş mücadelesi sonucu değil, Moskova ile yapılan bir anlaşma üzerinden kazanıyor. Yeni ekonomik ve siyasi gerçeklik Rus seçkinlerini yalnızca Ukrayna’ya bağımsızlık sunmaya değil, aynı zamanda bu bağımsızlığa zorlamaya da sevk ediyor. O zamanlar hiç kimse iki yeni devlet arasında silahlı bir çatışmayı kabuslu uykusunda bile görmemişti. Ukraynalılar Rusya’yı dost, Rus halkını kardeş halk olarak görüyordu ve bu sempatiler karşılıklıydı.
Rusya’da uzun süredir Ukrayna’ya yönelik ‘bir Rusya daha’ kavramı hakimdir ve bu, örneğin İngiltere ve Kanada’dan çok daha yakın ilişkiler anlamına geliyor. Günlük yaşamda, “Halkımız aynı fakat devletlerimiz farklı” diye popüler bir söz vardı. Ukraynalılar ve Ruslar, komşularının siyasi yaşamına büyük ilgi gösterirdi, bu örneğin, genellikle her iki devletin politikası ile ilgili siyasi hiciv yaparak para kazanan şu anki Ukrayna Devlet Başkanı (Vladimir) Zelenskiy’e bile sorulabilir.
Bununla birlikte ortak bir siyasi ve ekonomik alan yaratma konseptinin, Rusya’nın Avrupa’nın dışına itilmesi konseptine nasıl yenik düştüğü tam da Ukrayna örneğinde açıkça görülebiliyor. 2005’teki ilk Maydan olayından itibaren Ukrayna devlet ideolojisi düzeyinde Rusya karşıtı bir politika tesis ediyor. Aynı zamanda bu politikanın Soğuk Savaş örüntüsüne sahip olduğu da açıkça görülüyor. Yani Ukraynalılar psikolojik olarak bazı politikacıların desteği, eğitim programında değişiklikler, kültür ve ulusal medya yayınları ile Ruslara karşı ayarlanıyordu. Ve tüm bunlar her türlü Batılı ve uluslararası örgüt tarafından desteklenen demokratik reformlar, olumlu değişiklikler kisvesi altında yapıldı.
Buna demokratik süreç demek zordu. Zira siyasette, medyada, ekonomide, sivil toplumda Batı yanlısı güçlerin diktası yerleştirildi. Batı demokrasisi tamamen antidemokratik yöntemlerle yerleştiriliyordu. Ve bugün şu soru her zamankinden daha fazla önem kazanıyor: Ukrayna’nın siyasi rejimi bir demokrasi midir?
Ukrayna’nın içinde 1991’den beri iki ülke, anti-Rusya ve bir Rusya daha olarak Ukrayna vardı. Biri Rusya olmadan kendini düşünmüyor, diğeri Rusya ile birlikte kendini düşünmüyor. Bununla birlikte böyle bir ayrım oldukça yapaydır. Ukrayna, tarihinin çoğunu Rusya ile geçirdi, kültürel ve zihinsel olarak onunla bağlantılıdır.
Ukrayna’nın Rusya ile entegrasyonu kesinlikle ekonomi tarafından belirleniyor. Sonuçta yakınlarda bu kadar muazzam bir pazar ve kaynaklar varsa, sadece çok dar görüşlü bir hükümet onu kullanmaz. Rus karşıtı duygular Ukrayna’ya keder ve yoksulluktan başka bir şey getirmedi. Bu nedenle Batı yanlısı tüm milliyetçi hareketler bilinçli veya bilinçsiz olarak Ukrayna halkına yoksulluk ve sefalet vaaz ediyor.
Daha önce üretimiyle ülkenin küresel emek dağılımına dahil olmasına yardımcı olanın güneydoğu olduğundan bahsetmiştik. Sonuçta ülke için ana parayı kazananın Rusça konuşulan büyük bir bölge olan doğunun olduğu ortaya çıktı. Doğal olarak bunun Ukrayna hükümetindeki siyasi temsili etkilememesi mümkün değildi. Güneydoğu daha fazla insan ve mali kaynağa sahipti ve bu, Ukrayna’nın Batı yanlısı resmine uymayan bir şeydi. Orada fazlasıyla gururlu, fazlasıyla özgür, fazlasıyla zengin insanlar yaşıyordu.
Hem birinci hem de ikinci Maydan olayları eski Donetsk valisi, Donbass’ın ve aşırı milliyetçi olmayan merkezci siyasi güçlerin lideri Viktor Yanukoviç’e yönelikti. Bu güçlerin seçmen desteği çok önemliydi, Ukrayna uzun süre boyunca anti-Rusya olmak istemedi. İlk Maydan dalgasıyla iktidara gelen Devlet Başkanı Yuşçenko, başta Rus karşıtı politikası nedeniyle halkın güvenini çok hızlı bir şekilde kaybetti.
Ve bunun sonrasında Ukrayna siyasetinde ilginç bir eğilim görülüyor. İkinci Maydan’dan sonraki seçimleri Rusya ile bir hafta içinde barış sözü veren Devlet Başkanı Poroşenko kazanıyor. Yani Poroşenko ‘barış başkanı’ olarak seçilmişti. Buna rağmen ‘savaş başkanı’ oldu, Minsk Anlaşmalarını yerine getirmedi ve bir sonraki seçimi olaylı bir şekilde kaybetti. Onun yerine yine barış vaat eden, ancak savaşın somutlaşmış hali olan Vladimir Zelenskiy geçti. Yani Ukrayna halkına barış sözü veriyorlar, sonra da kandırıyorlar. İkinci Ukrayna lideri barış söylemi ile iktidara gelerek son derece radikal tavır alıyor. Seçim kampanyasının başında böyle bir tutum ortaya koysaydı, hiç kimse onu seçmezdi.
Şimdi de bu makalenin genel konseptine dönelim. Eğer birileri komşularıyla yeni barış tesis edeceğini söyleyip savaş, hatta nükleer savaş olsa da hiçbir şeyi dikkate almadan çıkarları uğruna ilerliyorsa hiçbir şeyi tesis etmeyeceği açık. Eski Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko böyle davrandı, şu anki Devlet Başkanı Zelenskiy de böyle davranıyor, bunu yapan sadece onlar da değil. NATO liderliği ve birçok Amerikalı ve Avrupalı politikacı da bu şekilde davranıyor.
Zelenskiy silahlı çatışmadan önce partisinin çıkarları uğruna her türlü muhalefeti tam anlamıyla ezdi, herhangi bir barış tesis etmedi. Ukrayna’da Rusya ile barış ve iyi komşuluk ilişkilerinden bahseden siyasiler, gazeteciler, toplum aktivistleri askeri çatışma öncesine kadar baskı gördü, hiçbir yasal dayanak olmaksızın medya kuruluşları kapatıldı, mal varlıkları ise gasp edermişçesine yağmalandı. Ukrayna makamları yasaları ve ifade özgürlüğünü ihlal etmekle suçlandığı zaman yanıt, barış partisinin ‘bir grup hain ve propagandacıdan’ oluştuğu şeklinde oldu. Ve bu yanıt demokratik Batı’yı tatmin etti.
Gerçekte durum o kadar basit ve yalın değildi. “Hainler ve propagandacılar” parlamentoda dahil olmak üzere sadece seçmenlerin büyük kısmını değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik potansiyelinin de temelini temsil ediyordu. Böylece darbe sadece demokrasiye değil, vatandaşların refahına da indirildi. Zelenskiy’in politikası, insanların ekonomik ve sosyal koşullar, baskılar, siyasi zulüm nedeniyle toplu halde Ukrayna’yı terk etmeye başlamasına yol açtı. Aralarında, bu ülke için çok şey yapmış olan birçok Ukraynalı politikacı, gazeteci, iş adamı, sanatçı ve Kilise temsilcileri var. Bu insanlar, duruşunu sergileme hakkına Zelenskiy ve ekibi kadar sahip olmalarına rağmen Ukraynalı yetkililer tarafından siyasetin ve sosyal yaşamın dışına itildiler.
Ülkenin güneydoğusundaki işletmeler büyük ölçüde Rusya’ya, çıkarlarına bağlıydı, bu nedenle çatışma yalnızca bir iç mesele olmaktan çıktı. Rusya, yalnızca ekonomik çıkarlarını değil, aynı zamanda yukarıda belirttiğimiz gibi sistematik olarak reddedilen uluslararası onur ve haysiyetini de koruma ihtiyacıyla karşı karşıya kaldı. Bu durumu düzeltecek kimsenin olmadığı ortaya çıktı.
Ukrayna’nın barış partisi hain ilan edildi ve savaş partisi iktidarı ele geçirdi. Çatışma daha da ileri gitti ve uluslararası hale geldi.
Aslında Avrupa’nın da politikası var ama bu politika yoğunlukla Zelenskiy’e destek vererek Avrupa’yı savaşa ve kendi ekonomik krizine sürüklüyor. Artık Avrupa Ukrayna’ya değil, Ukrayna Avrupa’ya politika dersini veriyor. Nefret ve uzlaşmazlık politikası sayesinde nasıl ekonomik düşüşe ve yoksulluğa yol açabileceğini öğretiyor. Avrupa bu politikaya devam ederse, muhtemelen nükleer de dahil olmak üzere bir savaşa sürüklenecek.
Şimdi başladığımız yere geri dönelim. Soğuk Savaş, savaşların olmadığı yeni bir dünya inşa etmeye yönelik siyasi bir kararla sona erdi. Böyle bir dünyanın inşa edilmediği, mevcut dünya siyasetinin yumuşamanın başladığı noktaya geri döndüğü açıkça ortada. Şimdi sadece iki çıkış yolu var: bir dünya savaşına ve nükleer bir çatışmaya sürünmek ya da yumuşama sürecini yeniden başlatmak, bunun için de tüm tarafların çıkarlarını dikkate almak lazım. Bunun için de Rusya’nın da çıkarları olduğunu ve yeni bir yumuşama inşasında bu çıkarlarının dikkate alınması gerektiğini siyasi olarak kabul etmek lazım. En önemlisi de bunun için dürüstçe oynamak, kimseyi kandırmamak, dolap çevirmemek ve başkalarının kanı üzerinden para kazanmaya çalışmamak lazım. Fakat küresel politik sistem temel dürüstlük yeteneğine sahip değilse, gurur ve kendi ticari çıkarları tarafından kör edilmişse o zaman bizi daha da zor zamanlar bekliyor.
Ukrayna çatışması ya daha da büyüyecek, Avrupa’ya ve diğer ülkelere yayılacak ya da yerelleştirilerek çözüme kavuşturulacak. Ancak Ukrayna’da iktidarda savaş partisi bulunurken ve bu parti savaş histerisini körüklerken nasıl çözüm elde edilebilir? Üstelik bu histeri artık ülke sınırları dışına taştı, Batı da nedense inatla buna demokrasi diyor. Bu savaş partisi de hiçbir barışa ihtiyacı olmadığını, savaş için daha fazla silaha ve paraya ihtiyacı olduğunu sonsuz defa dile getirdi. Bu insanlar politikalarını, işletmelerini savaş üzerine kurdu, uluslararası popülaritesini savaş sayesinde zirveye taşıdı. Avrupa ve ABD’de onlar alkışlarla karşılanıyor, onlara rahatsız edici soruların sorulmasına, samimiyetlerinden ve dürüstlüklerinden şüphe edilmesine izin verilmiyor. Ukrayna savaş partisi zafer üzerine zafer ilan ederken gerçekte savaşta bir dönüm noktası gözlemlenmiyor.
Öte yandan Ukrayna barış partisi ne Avrupa ne de ABD’de rağbet görmüyor. Bu, Amerikalı ve Avrupalı politikacıların büyük kısmının Ukrayna’ya hiçbir barış istemediğini açık şekilde ortaya koyuyor. Ancak bu, Ukraynalıların barış istemediği ve Zelenskiy’in savaş zaferinin onlar için hayatlarından ve yıkılan evlerinden daha önemli olduğu anlamına gelmiyor. Sadece Batı’nın emriyle barış savunucuları karalandı, yıldırıldı ve baskı altına alındı. Sadece Ukrayna barış partisi Batı demokrasisine uygun değil.
Bu noktada şu soru işareti ortaya çıkıyor: barış ve sivil diyalog partisi bu demokrasi dedikleri şeye uygun gelmiyorsa bu gerçekten demokrasi midir? Belki de Ukraynalılar ülkelerini kurtarmak için kendi demokrasilerini inşa etmeye başlamalı ve sivil diyaloglarını, idaresi zararlı ve yıkıcı sonuçlara yol açan Batılı küratörler olmadan başlatmalı. Batı, diğer Ukrayna’nın görüşünü dinlemek istemiyorsa bu onun sorunu, ama Ukrayna için böyle bir görüş önemli ve gerekli, aksi takdirde bu kabus asla bitmeyecek. Bu da demek oluyor ki, teslim olmayanlardan, ölüm ve hapis acısıyla inançlarından vazgeçmeyenlerden, ülkesinin jeopolitik hesaplaşmalara sahne olmasını istemeyenlerden bir siyasi hareket yaratmak lazım. Batı, gerçeği tekelinde tutmayı ne kadar talep ederse etsin dünya bu insanları duymalı. Ukrayna’nın bulunduğu durum feci derecede karmaşık ve tehlikeli, ancak bunun Zelenskiy’in her gün söyledikleriyle hiçbir ilgisi yok.